Dünya gündemine şöyle bir şöyle göz gezdirdiğimizde en ciddi konulardan biri olarak kutuplaşma göze çarpıyor. Kutuplaşma ve bunun doğal bir getirisi olan savaş ekonomisine dümen kırma girişimlerinin önümüzdeki yıllarda dünyanın başına ne tür çoraplar öreceğini bekleyip göreceğiz.
Kutuplaşma meselesinde görünen o ki Rusya bir tarafa gitti. Çin de onun peşine takıldı veya tam tersi oldu. Bu çok önemli değil. Neticede dikkat edilmesi gereken bu iki devletin aynı safta bulunuyor oluşu. Genel bir isimlendirmeyle doğu kutbu diyebileceğimiz bu ittifaka bir de İran eklendi.
Diğer kutupta ise ABD ve müttefiki NATO var. Bunlar ise Batı kutbunu oluşturuyorlar. Batı kutbu dediysek de ittifakın Japonya, Güney Kore gibi doğudan da eklentileri yok değil.
BAĞIMSIZLIK İN BAĞIMLILIK OUT
Covid-19 salgını ve Ukrayna savaşı dünyada ciddi bir güvensizlik ortamı yarattı. Ülkelerin birbirlerine olan güveni azaldı. Hatta yıkıldı. Artık hiçbir ülke Çin’e bağımlı kalmak istemiyor. Çin ise ABD bağımlılığından kurtulma çabasında. 1990’dan 2000’li yılların ilk çeyreğine kadar interdependence yani dayanışma –iş ortaklığı, ittifak ya da karşılıklı bağımlılık da diyebiliriz- kavramı ululararası siyasettin merkezinde yer alıyordu. Bugünün popüler kavramı ise independence yani bağımsızlık… Artık her devlet özellikle de stratejik ürünlerde bağımsız olmak istiyor. En kötü ittifaklarına bağımlı olmak istiyor.
Türkiye gibi bazı ülkeler ise bağımsız olmak adına ciddi adımlar atarken bir tür geçiş dönemi olarak kabul ettikleri şu zamanı orta yoldan giderek aşmayı amaçlıyor. Eğer son 15-20 yılda Türkiye ekonomisi ve dış siyaseti daha derli toplu bir ilerleme gösterebilseydi bugün inanılmaz avantajlar sağlayabilirdi. Bütün dünyanın güvensizlik batağına düştüğü bir dönemde sömürgeci ve hegemonyacı olmayan, kazan kazan uygulaması çerçevesinde bütün devletlerle kardeşlik sağlamaya çalışan bir Türkiye stratejisi, Türkiye’yi önümüzdeki 10 yıl içinde küresel güç haline getirebilirdi. Ama gelin görün ki son 35 yılda pek çok kez darbe alan ekonomik durumumuz ve bununla ilintili olarak iç politikada yaşadığımız olağanüstü kutuplaşmalar bu tür bir fırsatın önüne geçti. Türkiye bu potansiyelini Somali ve Libya gibi ülkelerde göstermiş olsa da bunlar küresel sistem açısından son derece ufak dokunuşlar.
AFRİKA’DAKİ FRANSIZ SÖMÜRGELERİ YÖN DEĞİŞTİRİYOR
Fransa’nın eski sömürgelerinden Mali, Burkina Faso ve son olarak Nijer, peşi sıra yaşanan askeri darbelerle sarsıldı. Yer altı ve üstü zengin kaynaklara sahip olmalarına rağmen oldum olası fakirliğin pençesinde yaşayan bu ülkelerde ilginç bir dönem başlamış durumda. Yaşanan darbeler sırasında halkın bir kısmı sokaklara ellerinde Rus bayraklarıyla çıktı. Söz konusu üç ülke de Fransızlarla olan anlaşmaları tek taraflı feshederek Fransız askerlerini ülkelerinden göndereceğini açıkladı. Dahası cuntacılar ülkelerini bir gecede Rusya’nın Afrika’daki en önemli müttefiki haline getirdiler.
Rusya ve Çin hükümetlerinin son 10 yıldır Arap ve Afrika ülkelerinde karşı ciddi bir propaganda faaliyeti yürüttüğü biliniyor. Afrika’daki gelişmelerin çoğunun da arkasında Rusya ve Çin’in olduğu uluslararası siyaset bilimcilerin üzerinde ittifak ettikleri bir nokta.
Fakat bütün bu gelişmelerden bizi ilgilendiren kısım Nijer’deki cunta liderinin başında bulunan Abdurrahman Tiana’nın Moskova ziyaretinden sonra yaptığı açıklama. Tiana, Nijer ile Rusya arasındaki bağların bir an evvel geliştirilmesi gerektiğini, Afrika uluslarının sömürgecilikten bıktığını, gerekirse ölene dek bağımsızlıkları için savaşacaklarını, bu saatten sonra topraklarında bir tane bile sömürgecinin olamayacağını belirttikten sonra “Rusların da tıpkı Türkler gibi Avrupa sömürgeciliğinden uzak bir dış siyasete sahip olduğunu biliyoruz” diye konuştu. Yukarıda da belirttildiği gibi yeni bir çağın arefesinde bulunan Afrika uluslarının geleceği doğuda çizileceğe benziyor. Bu gelecekte Türkiye’nin ne derecede var olacağını ise zaman gösterecek.