Bu cinayetler, petrol zengini Osage Kızılderilileri’nin birer birer öldürülmesiyle sonuçlanmış ve Amerikan adalet sisteminin derin yaralarını gün yüzüne çıkarmıştı.
Peki, bu korkunç olayların arkasında ne yatıyordu ve nasıl bir adalet arayışı yaşandı?
Petrol zengini Osage Kızılderilileri
19. yüzyılın sonlarında Oklahoma’ya yerleştirilen Osage Kızılderilileri, bu bölgedeki topraklarında petrol keşfedilmesiyle bir anda zenginleşmişti. Bu beklenmedik servet, Osage halkını Amerikan toplumunun en zengin bireyleri hâline getirdi.
1910’lara gelindiğinde, Osage topraklarında bulunan petrol rezervlerinden elde edilen gelir, bugünün değeriyle yaklaşık 400 milyon dolar değerindeydi. Ancak bu zenginlik, kısa sürede büyük bir trajediye dönüşecekti. Topraklarının altındaki petrol rezervleri nedeniyle Osage’lar, kötü niyetli kişilerin hedefi hâline geldi.
1920’lerin başında, Osage Kızılderilileri arasında gizemli ölümler artmaya başladı.
Aslen Teksaslı William Hale, bölgenin en önde gelen vatandaşlarından biri olarak kabul ediliyordu ve kendini “Osage Tepeleri’nin Kralı” ilan etmiş, zengin bir çiftçiydi. İtaatkâr yeğeni Ernest Burkhart’ı, Mollie Kyle ile evlenmeye teşvik etmişti.
1917’den sonra ise cinayetler başladı. Önce Mollie Burkhart’ın ailesi teker teker öldürüldü; kardeşi Anna Brown, annesi Lizzie Q ve ardından kuzeni Henry Roan. Bu ölümler başlangıçta doğal nedenlere bağlanmaya çalışılsa da zamanla sistematik bir cinayet kampanyası olduğu ortaya çıktı. Aileden tek kurtulan ise Mollie Kyle (Burkhart) olmuştu.
Osage halkı, ölüm tehditleri altında yaşıyor ve her an bir sonraki kurbanın kim olacağı bilinmiyordu. 1921’de yaklaşık 24 Osage Kızılderilisi şüpheli koşullar altında hayatını kaybetti.
Osage Cinayetleri’nin arkasındaki ana motivasyon, petrol zenginliğinden elde edilecek büyük servetti.
Bu servet, beyaz Amerikalıların gözünde büyük bir cazibe merkezi hâline gelmişti. Cinayetlerin arkasındaki kişiler, Osage Kızılderilileri’nin servetlerini ele geçirmek için bir dizi karmaşık planlar yapmıştı. Bu planlar, Osage bireylerini öldürerek onların mirasçıları olarak belirledikleri beyaz Amerikalılara servetlerin geçmesini sağlamayı amaçlıyordu.
1921’de federal hükûmet, Osage Kızılderilileri’nin mali işlerini denetlemek için bir vasi sistemi kurdu. Bu sistem, Osage’ların servetlerini yönetme yetkilerini büyük ölçüde sınırladı ve onların mali kararlarını kontrol eden beyaz Amerikalıları belirledi.
Vesayet sistemi, cinayetlerin arkasındaki kötü niyetli kişilerin işlerini de kolaylaştırdı. Vasiler, Osage’ların mallarını ve paralarını kontrol ederek, onları ekonomik olarak bağımlı hâle getirdi. Birçok vasi, Osage’ların öldürülmesi durumunda onların servetini devralacak şekilde planlar yaptı.
Osage Cinayetleri, dönemin yeni kurulan Federal Soruşturma Bürosu (FBI) tarafından incelenmeye başlandı.
FBI ajanı Tom White ve ekibi, cinayetlerin ardındaki karanlık komploları çözmek için kapsamlı bir soruşturma yürüttü. Bu soruşturma sonucunda, Osage’ların servetini ele geçirmek isteyen beyaz Amerikalılar tarafından organize edilen bir cinayet zinciri ortaya çıktı.
Başta William Hale olmak üzere birçok kişi, Osage halkına karşı işlenen bu vahşetin sorumlusu olarak yargılandı ve cezalandırıldı ancak onlar, tüm cinayetleri değil sadece bazılarını üstlenmişlerdi. İtiraflarından kalan isimler gizemini hâlâ korunuyor.
Hale ve Ernest Burkhart ise 1929’da ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı ancak 18 yıl sonra şartlı tahliye edildi.
Terör Hükümdarlığını engellemeye çalıştılar.
1925’te ABD Kongresi; Osage olmayanların, Osage kanı taşıyan kabile üyelerinin başlık haklarını miras almasını yasaklayan yasayı kabul etti. Ancak yine de yıllar içinde yapılan 20’den fazla cinayet, Amerikan tarihinin en karanlık sayfalarından biri olarak hafızalarda.
2017’de ise New Yorker yazarlarından David Grann, “Killerse of The Flower Moon” isimli kitabı yayımladı ve geniş kitlelere ulaştı. Ardından da Hollywood tarafından beyaz perdeye taşındı.
Osage Cinayetleri, yalnızca bir dönemin trajedisini anlatmakla kalmıyor aynı zamanda bugün de adalet arayışının ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Gerçi adalet ne kadar yerini bulmuş o da tartışılır…
Okumadan geçmek istemeyeceğiniz diğer hikâyeler: